Server Bedii'nin Köşesi





GÖL

Bir mavi, bir yeşil, bir kızıl perde,

Akseden, güneşin bir şarkı güftesidir.

Suların ürkerek kaçtığı yerde,

Rüzgarın bitmeyen musıki bestesidir.



Bir ışık hüzmesi suya vurunca,

Yayılan, huzurun kalpten gelen sesidir.

Ayın akşam ile raksı durunca,

Duyulan kuşların mutluluk nağmesidir.






ADALAR

Ukdesi esaret , sulara küskün,

Her yanı dört mevsim döver dalgalar.

Gayesi firari , yorgun ve suskun,

Bu mevsim de yalnız, ıssız adalar.



Uyanır bir seher, billur, buhurdan,

Vecd ile düşen çiyden damlalar.

İner ilmek ilmek ışıklar nurdan,

Bakar hasret ile ufka adalar.


BİR KELAM BİR MERAM
“ Eskiye rağbet olsa bitpazarına nur yağardı.” diye bir atasözümüz vardır. Bizim “eski” kavramıyla anlatmak istediğimiz son derece muğlâktır. Eski kavramı, zaman olarak şimdiden önce olan mı, işe yaramayacak kadar kullanımdan düşmüş olan mı, kendinden daha yenileri çıkmış olan mı demek, belli değildir.
On beş yıl önce imal edilmiş bir arabaya binerken yeni imal edilmiş bir arabadan daha eskidir diye bir kenara atmayı hiç düşünmeyiz. Çünkü o işimizi görmektedir ve ona para saymışızdır. Lakin maddi meselelerdeki takdire şayan gayretimiz içtimai meselelerde pek göze çarpmaz. Yüzyılların belki bin yılların birikimi olarak bize miras bırakılan kelimelerimizi hiç düşünmeden bir paçavra misali atıveririz. İşte kelimelere verilmeyen bu ehemmiyet bizim dilimizi büyük bir kısır döngüye soktu. Onların kayboluşuyla ortaya çıkan eksiklik başka şekillerde kapatılmaya çalışıldı bu da haliyle dil alanında büyük çöküşü tetikledi. Haliyle günümüzde dünyada hatırı sayılır eserler arasında Türkçe yazılmış eserlere rastlayamıyoruz. Oysa asırlar öncesinde birçok eserimizin başka dillere çevrilme ihtiyacı duyuluyordu.
Dilde sadeleşme ve öykünmecilik denen zırva bize dilde istediğimiz tekâmülü bir türlü getiremedi. Oysa dünyanın en işlek ve ahenkli dillerinden olan Türkçemiz kısırlaştırıldı. İnsanımız beş yüz kelimeyle konuşan “geldim, gittim, oturdum” gibi fiillerle birkaç isim ve sıfat dışında kelime bilmeyen varlıklar haline getirildi. Böylece insanımızın geniş düşünmesi engellenmeye çalışıldı. Bu da özellikle medya ve yenileşme hareketi yoluyla gerçekleştirildi ve büyük oranda başarı sağlandı. İnsanımız günlük hayatta üç beş yüz kelimeyle ihtiyaçlarını karşılar oldu. Beş yüz kelimeyle konuşan bir insan bin kelimelik düşünemez. İnsan denen varlık ifade edebildiği kadar düşünür, düşündüğü kadar ifade edebilir..
Biz dilimizdeki kelimeleri eski, kulağa hoş gelmiyor deyip attık. İstiklal Marşını bile açıklamasıyla birlikte verir olduk. Zira yeni nesil o kelimelerin çoğunu bilmiyor. Oysa Batı, eski kavramını özellikle sosyal alanda kullanmaktan kaçınır. Bunun yerine “klasik” kelimesini kullanır. Klasik güzelliği, değeri değişmeyen demektir. Biz ise kültür alanında hep eski saçmalığını kullanırınız. Eski Türkçe, eski edebiyat, eski el sanatları, Eski Anadolu Türkçesi, eskiden vb. Sanki eski ayakkabı gibi miadını doldurmuş, kullanılamaz hale gelmiş anlamında. Haliyle insanlar da eski olanı atıp yeniyi kullanmak taraftarıdır.
Bize yıllarca dilimizin yetersiz olduğu yabancı dillerde her kavramın farklı kelimelerle anlatıldığı söylendi durdu. Külliyen yalandır ve bunu söyleyenler müfteridir. İstanbul Ağzı esas alınırken bizim Anadolu”da kullanılan birçok kelime kullanımdan atıldı veya bir kenarda unutuldu. Oysa bakınız sadece çocuk kavramı için Anadolu Ağızlarında kullanılan kelimelere Sabi “çocuk”; cıbar “ergenliğe erişmemiş çocuk”; delikanlı “ergenliğe ve ilk gençliğe ermiş”;
dada “bebek”; palul “kundaktaki bebek”; göbelek “tombul çocuk”; sumar “son doğan çocuk”; baştarda “gayrimeşru çocuk”; çağa “genelde ilk çocukluk dönemindeki çocuklar”; tohur “ genelde 7 yaşından büyük, ikinci çocukluk dönemindeki çocuklar için kullanılır”; beslengi “ evlatlık alınmış çocuk” göbel “ergenliğe yaklaşmış çocuk” ; gırla hanlı “ergenliğe ermemiş, çocuk”.Bunlar yalnızca benim rastlayabildiklerim. Ameleyi tarlaya götürme gibi önemsiz bir işi yapan kişiye bile “dayı başı” adı verilmiş.Yani her kavramın bir karşılığı bal gibi var görene ama maalesef “sözü söyle alana, kulağında kalana” İşte kendi yöremizin ağzına sahip çıkmayınca bir kelimeye onlarca anlam yüklemek zorunda kalıyoruz. Almak kelimesinin TDK sözlüğünde deyimler hariç 35 tane anlamı var. Oysa Anadolu ağızlarında bu kelimenin birçok anlamını karşılayabilen kelimeler mevcut.
İngilizler buram buram buram Farsça kokan, aslı Farsça olan “mather, father, new, brother, müzik vb.” birçok kelimeye kendi damgalarını vurup kullanırlarken bizim kendimize olan bu garezimiz nereden gelmektedir acaba? İngiliz dil bilimci diyor ki: “ O ne büyük İngilizcedir ki her dilden kelime alır.” Lütfen bize miras bırakılan bu kelimelere de tarihimize gösterdiğimiz alakasızlığı göstermeyelim. Konuşurken bu kelimeleri hiç değilse arada sırada kullanalım da yitip gitmesinler. Aksi halde bazı kelimelere daha fazla anlam yüklemek durumunda kalacak ve anlam şişmanı kelimelerle kendimizi ifade etmek zorunda kalacağız.Bu kelimeler bizim tarihle ve birbirimizle bağımıza delildir.Size bu kelimelerin tarihimizle ve birbirimizle bağına delil iki misal göstermek istiyorum.Tarihle bağımıza bir misal verelim: “göynümek” kelimesi yanmak manasındadır. Bu kelime 13. yüzyılda Yunus Emre”nin bir dizesinde:
“Şu dünyada bir kimseye yanar içim göynür özüm
Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi” dizelerinde rastlıyoruz Şu muhteşemliğe bakın ki aynı kelime benim köyümde bir yer adı olarak “Göynük” ismiyle sekiz yüz yıl sonra da yaşamaktadır. Göynük “yanmış yer” manasındadır. Kuvvetle muhtemel bu isim buraya bir yangından sonra verilmiştir. Eğer bu isim yer adı olarak verilmemiş olsaydı kelime bugün kullanımdan çoktan düşmüş olacaktı. Bu misalde de sarih olarak görünüyor ki bu kelimeler pekâlâ yaşatılabilir. Yalnızca tarihle değil yöremizin ülkemizin değişik birçok yöresiyle kelime bakımından da birçok benzerliği vardır. Bakın unutulmaya yüz tutan bu kelimelerimize nerelerde rastlanıyor. Yüzlerce misalden bazıları:

Anlamı Kullanıldığı yöre
Okuntu, okuyuntu: davetiye İzmir, Çorum Eskipazar
Gale: Sincaba benzer kemirgen Muğla Turgutreis
Öte:n : Önceki gün Hatay Hassa
Cara : akıntı Giresun
Yatıbatır: Yatıp durur Sakarya Taraklı
Çakıldak:Boş konuşma. Bizde çakıldaklı değirmen Sakarya Taraklı
Kehel: Tembel Kütahya Gediz
Öymek, öğmek: İçine işlemek Kütahya Gediz
Mılkımış: Yumuşamış. Bizde mıklış Sakarya Taraklı
Helki:Kova. Bizde helke Sivas Hocabey
Cılgısız:Hayırsız işe yaramaz Karaman Merkez
Maççalı:çirkin Karaman Merkez
Bicez: Bir tane. Karamanlı Burdur
Endeki: Şu Bodrum Turgutreis
Ganere:Çok zayıf.Bizde çok aç Bodrum Turgutreis
Boduç:Naylon su kabı Sakarya Taraklı
Avkalamak:Sıkıştırma Kütahya Simav
Tüvmek,tüğmek:Zıplamak Kocaeli, Sakarya
İsirani:Hamur kesmeye yarayan alet.Bizde kisren Konya Akören
Zevle:Boyunduruk parçası. Bizde zebile Karaman Başyayla
Endeki: Şu Muğla ve ilçeleri
Şelek: Şaşı Karaman Başyayla
Toga, toyga:Ayran çorbası.Bizde doyga Malatya,Hatay Hassa
Höngermek:Kabarmak,coşmak.Bizde hömermek Giresun
Pasaf:Yalan Mersin Mut
Üvendere:İnce uzun sopa Çorum Uğurludağ
Peşkir:Havlu Ordu Fatsa
Ellem:Herhalde, galiba Ordu Ulubey
Paldımsız:Pasaklı Denizli Uzunpınar
Şibi:Ördek . Bizde şibilen Çorum



Kimseden gocunmadan bu kelimeleri yaşatmak için gayret edelim ve itina gösterelim. Saygılarımla






MİRAS

Bak yavrum burası bizim köyümüz. İnsan çocuk olmalı buralarda. Gâh tozu dumana katıp koşmalı, gâh bir dut ağacının gölgesinde dinlenmeli. Oradan harman yerine seğirtmeli. Gâh kızaklarla samanda kaymalı, gâh dededen toruna miras, zaman denen illetin bile eskitemediği çocuk oyunlarını oynamalı. Sabileri cezbeden çocuk oyunlarını… Sahi sen bilmezsin değil mi hiçbirini bunların?

Ah somanak, somanak,
Yıkamazsın dengeli
Ütüldüm bir tutamak
Nerde benim çengelli?

Şu gördüğün yerler ben küçükken böyle yemyeşil değildi. Varlığa bigâne, yokluğa dayanıklıydık. Yokluk da olsa güzeldi her şey. Çünkü bizim kazıkla çıkarıp ağzımızla soyduğumuz iletirlerimiz vardı. Alıçlarımız, diken üzümlerimiz, karamuklarımız…

Devaydı mideye, yenmese olmaz.
Kökünden yolduğum yer elma nerde?
Mıklışça olunca ağaçta kalmaz,
Ermeden yediğim boz armut nerde?

Ah yavrum. Şimdi gördüğün bu yerler adam boyu ot olurdu. Her sabah hayvanları götürürdük çayırlara. Hayvanları bir kenara bırakıp kendi âlemimize dalardık. Ağaçtan yay yapmayı da buralarda öğrendim, kamıştan ok yapmayı da… Ben küçükken içi su dolu hendekti buralar. Karşıdan karşıya zor geçerdik. Her yerden su çıkardı. Su demek hayat demektir çocuk:

Çıktık da yollara terler döküldü
Bakalım yurduma karlar mı yağmış?
Toprakta son kalan sular çekildi
Çavuş pınarına otlar mı ağmış?

Biz kerpiç evlerde büyüdük yavrum. Lökü de samanlığı da ahırı da aynı evlerde… İmkân dersen sefildik senin anlayacağın. Lakin gaz lambasının kokusu bile tarifsiz bir sürur idi bizim için. Şimdi sen tepende her zaman yanıp duran şu ışık nimetine sevinemezsin değil mi?
Ne evimizde ne sokağımızda ışık vardı. Sokakta kındıradan hasır ören ninemden, çaputtan kilim dokuyan kadınlarımızdan başka kimsecikler olmazdı…

Türküsü yaşardı benim dilimde
Zaman denen sefile ne varsa verdik
Desen de motif de gitti kilimde
Kuş korkutmak için bahçeye gerdik

Kuş sürüleri gelirdi zemheride. Sürü sürü ak kazlar, gelin başlı turnalar, sakarcalar, suna ördekleri… Gökleri göremezdin inancın olsun. Senin kadar boyu olan kuşlar vardı. Babam diz boyu karda doldurma tüfekle aşağı derelere ava giderdi. Biz de dört gözle onu beklerdik:

Burada bir küçük dere akardı
İçinde bin çeşit kuşların sesi
Köyün avcıları ora koşardı
Donardı havada insan nefesi

Bak şuradaki harabede sultanlar yaşarmış. Keykubat mıymış neymiş adı? Yaman adam, büyük adammış ama yalan dünya işte ona da kalmamış. Şimdi oraları kazıp, deşekleyip duruyorlar, maden arıyorlar her hal. Bulsalar da memleket fukaralıktan kurtulsa. Zamanında biz de oradan ev yapmak için çok taş getirdik. Sütun gibi taşlardı gözünü sevdiğim. Dört tanesini evin temeline köşe taşı yaptık, iki tanesi de bahçede duruyor öylece.

Tarihin feryadı arşı tutacak,
Kaleden aşağı düşen taşlarım,
Saray işte böyle kaldı cırcıplak,
Ardından dökülen, akan yaşlarım.

Karşıda gördüğün Dedegül dağı. Biz ona Karlı Dağ derdik. Eskiden dam boyu kar yağardı oralara, yaz kış eksik olmazdı karı. Şimdilerde pek kar da yağmaz oldu ne hikmetse. Dedemle babam harmanda kar getirirdi oradan. Pekmezle karı karıştırıp şifa niyetine yerdik. Mübarek baldan tatlı olurdu sanki.

Karlar eriyince, akınca seller
Bağrından çıkartır birer destegül
Bir mızrak misali gökleri deler
Ayırır arz ile arşı Dedegül

Bak çocuk ben küçükken kum gibi balık vardı bu gölde. Dedemin zamanında evin altındaki hendeklere kadar gelirmiş balıklar. Dün buralarda balık olduğu benim aklımı nasıl zorluyorsa bu kuru ovada koca bir göl olduğu da senin muhayyileni zorluyor değil mi?
Burada suların deryası vardı.
Gömgök sularından insan korkardı.
İçinde kaç çeşit balık yaşardı?
Bazısı kocaman, adam kadardı.

Şurası göz alabildiğince kum dağlarıyla kaplıydı.Adına da Kumbalık derdik buranın.Herhalde balığı da kumu da bol olduğuna bu adı vermişler.Civarda bilmeyen yoktu buraları.Aklın alamayacağı kadar berrak ve maviydi suyu.Şimdi kumu da yok balığı da….Nasıl anlatmalı buraların onca güzellikten bu hale geldiğini.

Balıklar kaynardı suyun içinde
Dalı bir basardık balık çıkardı
Şimdi kalmış ise balçık halinde
Senin de bu işte ne suçun vardı?
Bu bağdan bir gül deremiyorsan
Neyleyim sen gölü göremiyorsan
Dedene bir hak veremiyorsan
Benim de bu işte ne suçum vardı?

Ah dedem. Nasıl inanmalı anlattıklarına? Ya anlattıklarına inanmamalı ya bu dünyaya geç gelişe yanmalı:

Bana da bir masal anlattı dedem
Bir zaman burada koca göl varmış
Güldüm tutamadım kendimi neydem?
İçinde ben kadar balık yaşarmış.
Sen ne mübarek adamsın dede
Bugünü hoyratça yarına seçtin
Bıraka bıraka bunu kodum de
Böylece neslinle tarihe geçtin

Hepsinin masal olması temennilerimle muhabbet ve hürmetlerimi sunarım…
Server BEDİİ



ESKİ TOPRAK

Elinde kazmayla ayakta nasır
Yürüyor bir adam yollar içinde
Belinde kuşakla azık mı daşır?
Geliyor bir adam çullar içinde

Öküzünen eşşek yoldaşı olmuş
Gönül heybesine dertleri dolmuş
Umudu kayıp mı, rengi de solmuş,
Geliyor bir adam hallar içinde

Toprakta bulacak bu derde ilacı
Dilinde türküsü, sinede acı
Kimseler anlamaz, ona yabancı
Kalıyor bir adam eller içinde

Ekilmiş tohumlar yarısı çıkmış
Bakınmış öylece dişini sıkmış
Sabır nimetiyle bir tütün yakmış
Kalıyor bir adam çöller içinde

Harman yokla geçti kaldı dumanlı
Öteki sene mi gönlü imanlı
Yağmadı yağmur da ömür zamanlı
Üşüyor bir adam yeller içinde

Çalıştı, kazındı kendin bilmedi
Soğuk sular içti terin silmedi
Durmak olur mu hiç sakın ölmedi
Susuyor bir adam diller içinde

Dağları deviren heybeti yitmiş
Ağlayan kalmamış hepisi gitmiş
Ömrü toprak olmuş vadesi bitmiş
Yatıyor bir adam sallar içinde

Server BEDİİ


KÖYÜME


Bir çıkaydım anamasın daşına,
Bir bakaydım geçmişine, yaşına,
Bir göreydim neler gelip başına,
Ben de onun karlarıyla ağlardım,
Buz donduran yürekleri dağlardım.

Bir uçaydım şu çırpınan yelinen,
Aksa idim dağdan inen selinen,
Ağlaşaydım gurbet elde elinen,
Bir göreydim bu gurbeti kim saldı?
Köyümüzde kim kırıldı kim kaldı?

Ah orada, ovaların düzünde
Pınar kaynar, çemenlerin gözünde
Habbeleri yüzer, suyun özünde
Kervanlar da gelip ordan geçerdi,
Keykubad da eğilip su içerdi.

Bahar günü çayda sular şarıldar,
Daş kayalar sudan aşıp karıldar,
Göğcelerin gözleri de parıldar,
Köfün bile almaz idi taşardı,
İnsan görse aklı ermez şaşardı.

Alma armut bahçalarda, girerdik
Yeyip yeyip bir güzelce şişerdik,
Dalını da ağacı da biçerdik,
Hasan dayı yakalasa döverdi,
Tutamazsa bir güzelce söverdi.

Harmanında düllek ile oynardık,
Çomarlanır saklambaçda kaynardık,
Ekin gelir yığınlarda ağnardık,
Şimdi hep ben çocukları gözlerim,
Ah yatamam, o günleri özlerim.

Gırklaları deste kalkıp uçarlar,
Gün batanda kalkıp dağa kaçarlar,
Erte sabah günü erken açarlar,
Kar yağınca bir köşeye yataydım,
Konup kaçanlara tüfek ataydım.

Pelitleri sobalara atmışım,
Dildeğmezi, göğemleri datmışım,
Palatırı ceplerime gatmışım,
Ah ne günler, çekmiş idik zahmeti,
Güzel idi, biçilmezdi kıymeti.

Okul biter, mektebinden çıkardık,
Sapanlarla kuşlara daş sıkardık,
Cam kiremit bırakmazdık, kırardık,
Artık benim sapanım da kalmadı,
Tüfek çıktı, hiç yerini almadı.

Çayırlara inekleri yayardık,
Kaçmasınlar aman deyi sayardık,
Azıkları söğütlere dayardık,
Bekçi geldi hayvanlar da kapandı,
Köylü kızdı, ülen ne saf çobandı.

Memleketim bir kenara atılmaz,
Senden ayrı gam u gussa, yatılmaz,
Hazinemdir bin paraya satılmaz,
Ah tıkısla deynek vuran dünlerim,
Öküzlerle düven süren günlerim.

Bayram günü kimse eve gitmezdi,
Her ev yemek yapar, hayıf bitmezdi,
Üç gün bayram olur yine yetmezdi,
Bayramlardan şimdi birer ad kaldı,
Eskimeyen gönüllerde dad kaldı.

Saroğlunun deli nara atması,
Karpuzcunun kelekleri satması,
Abıcanın sülüklerle yatması,
Şimdi desek ahvalları nasıldı,
Geçti gitti, yitti battı, dağıldı.

Çulfa dede tekelide gezerdi,
Halil dayı derileri dizerdi
Iraz nine halıları bezerdi
Kapıları hayvan dolu ağıldı
Hepsi öldü, mirasları dağıldı

Tarhananın kara dipli kazanı,
Sülükçenin koca başlı sazanı,
Ava doymaz gün yaktıda tozanı,
Ne hoş idi rüzgârının dinmesi,
Kamışından gıcıvata binmesi.

Ekin yonca arpa biçen oraklar,
Kırılmıştır köhne dirgen, taraklar,
Birer vaha olmuş eski çoraklar,
Biçiciler ayranların içerler,
Bir dinlenir sonra yine biçerler.

Zaman geçer ufuklarda buz kalır,
Bağ yolları hep öylece toz kalır,
Su çekilir bir çamurlu saz kalır,
Atalar da burda kurmuş otağı,
Şimdi olmuş kurdun kuşun yatağı.

İmece ne? Adı artık kalmamış,
Şimdi dostluk goruk kalmış olmamış,
Kimse kimse için gayret salmamış,
Hepsi gitti birbirini soran yok,
Etrafı aç, karnı doyan adam çok.

Ekin orak herkes saman daşırdı,
Samanı da yakar sırtı kaşırdı,
Hatırlayan ne söylese, şaşırdı,
Kağnı gibi tıngırdamaz teker çok,
Övendire dürtecek bir öküz yok.

Ağalar harmanı öküz eğleği,
Gürün öğlerinin bitli leyleği,
Eşşek çekmez döndürmez tekerleği,
Şimdi adı o yerlerin kalmamış,
Hiç mi yadı akla gelen olmamış?

Ah güzelim göklerimiz dumandır,
Günlerimiz birbirinden yamandır,
Kıymet bilin bırakmayın amandır,
Bu güzellik elimizden kaçmasın,
Fırsat bulan zebil edip saçmasın.

Ağaçlarım sararmasın solmasın,
Daşlı burun çamur ile dolmasın,
Dereler de birce susuz kalmasın
Sel gelir de belki gölü doldurur,
Ya kuruyup bahçeleri soldurur.

Evler kaldı sahibinin yok özü,
Ocakların artık sönüktür közü,
Gedenlerin az çok kalmıştır sözü,
Bizden de bir söz kalacak ne yaman,
Kimler bizden söz edecek ah aman.

Gedenlerin yeri orda görünür,
Ölenlerim ak kefeni bürünür,
Sona kalan hep zorluca sürünür,
Bekleyenler sorar: Neye geç geldin?
Bak biz öldük sen neden pek güç geldin?

Ömrümüzün varı orda geçecek,
Ecel şerbetini herkes içecek,
Azrail de birer birer seçecek,
Mezar altı doldu taştı almadı,
Gömülecek bir yer bile kalmadı.

Burda benim dedelerim yatarlar,
Baş taşları birbirine çatarlar,
Koyup giden kavranırlar, bakarlar,
İbret olsun bir dal düştü toprağa,
Deden bile benzer idi yaprağa.

Çokça şükür yine geldik, görüştük,
Yitenlerden, bitenlerden soruştuk,
Küsmüş idik Allah için barıştık,
Daha görmek kısmet ola olmaya,
Belki bizden bir eser de kalmaya.

Söyleyelim derdimizi saz olsun,
Artık bu kış tamam gelsin yaz olsun,
Çayır çimen ördek olsun kaz olsun,
Biz de kalkıp ferahlanıp uçalım,
Daş kesilmiş yürekleri açalım,

Ne söyledim, incinmeyin sözüme,
Dost acı söylermiş dostun özüne,
Hem ağlarım hem vururum dizime,
Kurt yuvalarına dilki dolsun mu?
Toprağımız böyle harab olsun mu?

Memleketim alçakların köşk olsun,
Bizden sonra kalanlara aşk olsun,
Geçmişlerin gelenlere meşk olsun,
Kimsecikler bizi kötü anmasın,
İçi fossuk yalan söze kanmasın.

6 yorum:

Adsız dedi ki...

Sayin Server Bedii
Şiirlerini zevkle okudum, harika,
seninle tanışmak isterim,şiir üzerine keyifli sohbet edeceğimizi umuyorum.
Ben Ergün UÇar
MSN adresim: ozan40ankara@hotmail.com

Adsız dedi ki...

Bu şiiri buraya yazan değerli insan bu şiirlerde alıntılar olduğunu yani Azeri sahasından Şehriyardan Falan da bahsederseniz daha iyi olur.Çünkü bu eserler tam olarak size ait değildir.Sizi itham altında bırakmak istemem.Elbette bir yerlerden esinlenme olacak ama bunun kaynağını da belirtmessek kanımca pek uygun olmaz.

Adsız dedi ki...

Sevgili yorumcum,ithamdan kastınız nedir anlamadım.Şiirin tamamıyle bana ait olduğunu iddia ettiğimi nereden çıkardın? Şiir, söylediğin zatın Heyder Baba adlı şiirine yazılmış bir naziredir.Unutma ki Divan şiirinde en güzel Leyla Mecnun mesnevisini yazan Fuzuli bile bu eseri Arap edebiyatından esinlenerek yazmıştır.O da çıkıp "yahu ben bunu Arapların edebiyatından aldım" dememiştir.Senin edebiyat dediğin taklitten ibaret değil midir?Şiiri şiir yapan hisleri ifade etmesi, insanın iç dünyasına tercüman olmasıdır.Bence mal bulmuş mağribi gibi sevinmek yerine edebiyatta nazire yazma geleneğini bir araştırıver.Bu arada Server BEDİ nin de Peyami SAFA nın takma adı olduğunu biliyor muydun? Önemli olan ne anlatıldığıdır, kimin anlattığı değil.

Adsız dedi ki...

Evet değerli kalem erbabı Server Bedii'nin Peyami Safanın takma adı olduğunu biliyorum.Nazire yazma geleneğinin de bilincindeyim bunun bir Nazire örneği olduğunu fark ettim.Ama biz bu üstadlarımızdan da bahsedelim.Yorumumda da belirttiğim gibi sizi zan altında bırakmaktan kaçınırım.Yorumu dikkate alma nezaketinde bulunduğunuz için teşekkür eder sizi incitmek istemediğimi belirtmek isterim.Yeni nazire örneklerinizi de sitemizden takip etmek istiyorum.Çalışmalarınızda başarılar.

Adsız dedi ki...

Alaka ve tavsiyeniz için teşekkürler.Buraya hiçbir zaman paye almak gibi bir amaçla yazı yazmıyoruz.Sizin ilk yorumunuzdan öyle anlaşılıyor.Şairlik gibi bir gayemiz ve iddiamız yoktur.Gayemiz bu siteye bir şekilde katkı sağlamaktır.Yalnızca o şiirimiz naziredir, başka nazire yazılmamıştır ve yazılmayacaktır.Müsterih olunuz.Esenlikler dilerim...

Unknown dedi ki...

Yorumların hakaret ve kişileri rencide eder konuma gelmemesi dileğiyle.