Türk Kalabilmek 1 (Olcay ASLAN)



Antik Yunan düşünürü Heraklitos değişmeyen tek şey değişimin kendisidir diyor. Aynı kaldığını düşündüğümüz her şey; ağaçlar, kayalar, toprak ve su aslında sürekli, hatta moleküler düzeyde dinamik ve sistemli bir değişim içerisinde. İnsanlar ve toplum da öyle. Ama tabiattaki gibi her zaman bir ahenk ve düzen içerisinde işlemiyor bu değişim süreci. Yaşanılan coğrafya, iklim, savaşlar göçler ve salgın hastalıklar kaçınılmaz kılıyor değişimi. Daha dorusu bahsi geçen etmenler dağınık vaziyette bulunan insan topluluklarını bir aradalık bilincine iterek aynılaştırıyor. Ve bu bir arada bulunma durumu zamanla ortak bir toplum şuurunun ortaya çıkmasına neden oluyor. İşte bu çoğunlukla güvenlik ihtiyacından doğan bir arada yaşama dürtüsünün binlerce yıl evirilerek günümüz toplumlarını yarattığı düşünülüyor.
Birlikte yaşayan insanlar ortak zevkler, efsaneler, korkular ve inançlar vücuda getiriyorlar. Bu kolektif yaşam onları ruhsal olarak ta yaklaştırarak ortak bir kültür ve kimlik etrafında birleştiriyor.

İşte; eğer ortak bir maziye ve ideallere sahipseniz bu sizi millet yapıyor. Peki, nedir kalabalık yığınları ulus yapan şey? bir çok millet tanımı var ancak genel kabul görmüş tanımlamaya göre Öncelikle dil, daha sonra din ( her ne kadar aksini iddia etseler de inanç en büyük motivasyon kaynağı ve birleştirici unsurdur) etnik köken, ortak düşünüş, benzer yaşam biçimi ve birlikte yaşama arzusu en belirleyici unsurlar olarak öne çıkıyor. Tabi batı siyasi düşüncesi baz alınarak yapılan bir tanım bu.

Aslında; Avrupa devletlerinin kendilerini Fransız İhtilali’nden sonra tanımlama biçimidir millet ve milliyetçilik. Mutlak doğru olarak kabul ettikleri ve insanlığın kurtuluşu için yegane formül olarak gördükleri bu ideoloji slogan haline getirdikleri hürriyet, musavvat, uhuvvet (özgürlük, eşitlik, kardeşlik) fikri temelinde dalga dalga önce Avrupa’ya 19. yy. sonlarına doğru diğer coğrafyalara yayılarak geniş kitlelerce kabul gördü. Yani daha düne kadar birbirleriyle savaş halindeki barbar kavimlerden oluşan Avrupalı halklar, hepi topu iki yüz yılda bu anlayışı ve felsefeyi inşa ettiler. Etnik milliyetçiliğin yarattığı militarist ulus devletler, bir ve ikinci dünya savaşında on milyonu aşkın insanın ölümüne sebep oldular. Sadece Fransız sınırında birinci dünya savaşı boyunca bir milyon sivil öldü. Tabi bizde bu vahşetten maceraperest, safdil ittihat ve terakkiciler sayesinde nasibimizi aldık. Bu ayrı bir yazı konusudur buna daha sonra değineceğiz.

Sadece kedilerine ait bir değer olduğuna inandıkları ulus devlet modeli, madenleri yağmalanan ve halkları köleleştirilen yüzlerce küçük devletçik ortaya çıkardı. Dünyayı sömürge savaşlarıyla cehenneme çevirdiler. Kanını emdikleri ülkelerden geriye etnik, dini veya mezhep çatışmaları ile birbirini boğazlayan halkların oluşturduğu cinnet toplumları bıraktılar.

Şimdi köhnemiş, iflas etmiş, kendi halklarına ve dünyaya gözyaşından başka bir şey vermemiş olan bu anlayıştan vazgeçerek kendi kabuklarına çekildiler. En azından ortak bir maziye sahip oldukları Avrupalılardan yeni bir ulus yaratma peşindeler. Tabi Katolik-Protestan Hıristiyan olmanız şartıyla. Lütfedip yeni yeni bir zamanlar Osmanlı tebaası olan Ortodoks Hıristiyan ülkeleri de bu birliğe dâhil etmeye başladılar.

Yani inandığımız adeta iman ettiğimiz esin kaynağımız, göz bebeğimiz Avrupa siyasi doktrini ve medeniyeti kendini sorgulamaya, küllerinden yepyeni bir toplum yaratmaya çalışmaktadır. Bizi bin yıldır birlikte yaşadığımız Araplardan, Orta Asya ve Kafkaslarda ki Rumeli’de ki soydaşlarımızdan, öz kardeşlerimizden ayırarak, onlarla irtibatımızı kopartarak mayınlı ve tel örgülü sınırlar içerisine bizi hapseden bu anlayışı ve felsefeyi bize dayatan Avrupa kendisiyle çelişerek birleşmektedir. Bu kokuşmuş sözde medeniyetin bize verebileceği bir şey artık kalmamıştır. Bize dikte ettiği batılı değerler anlamını ve geçerliliğini yitirmiştir.


Türk ve dünya siyasi tarihini bilmeyen, batılı düşünüş biçimi ve moderniz mi iyi anlayıp tahlil edemeyen yarı aydın ve ehliyetsiz yöneticileri yüzünden dünyaya devlet felsefesini ve anlayışını öğreten biz Türklere(*) medeni hukukumuzdan alfabemize (**) eğitim sistemimizden silahlı kuvvetlerimize kadar neredeyse her alanda Avrupa modeli adeta ceket gibi giydirilmiştir. Medenileşmek adına (ki bu kavram da tartışılmalıdır) kendimizi hor ve hakir görerek ruhumuzu ve özgüvenimizi ipotek ettirdik, aklımıza deli gömleği giydirdik. Tanzimat’tan beri devam eden bu reform süreci bizim onurumuzu ve özgüvenimizi paramparça etti. Türk halkının hassasiyetleri ve toplumsal koşullar dikkate alınmadan kayıtsız şartsız yapılan her yenilik benliğimizde ve ruhumuzda yeni bir yara açtı. Birebir Avrupa hukukunun ve yaşam biçiminin benimsenmesiyle tüm sıkıntıların sihirli bir değnek değmişçesine ortadan kalkacağını zannettik. Tabi öyle olmadı bilakis kültürel yozlaşmada kaçınılmaz olarak birlikte geldi. Yüz elli yılda bir yandan muhafazakâr yanımızı korumak isterken diğer yandan geleneklere bağlılığımızdan için için utanarak derin bir karmaşık sahibi olduk. Modernleşirken dinden çıkmaktan, geleneklere bağlı olarak yaşarken geri kalmaktan korkarak buralara kadar geldik. Ne doğuda ne de batıda tam anlamıyla sindirilebildik. Avrupalılar için sarıklı pis Türk’tük, Arplar için gâvurlaşmış Türk. Bu ikilem toplumun her alanında kendini göstermekte. Bir zamanlar kendi benliğimizi batı hegemonyasından koruyabilmek için sözde çareler üreten çokbilmiş aydınlarımız arasında şöyle bir söylem ortaya çıkmıştı: Avrupa’nın tekniğini alalım ama kendi kültürümüzü muhafaza edelim. Yanılmıyorsam Süleyman Nazif bunlarla şöyle dalga geçmişti: “Tamam efendim gümrüklerden gramofonun geçişine izin verelim ama üstündeki plağı geri gönderelim!”.

Okuyucularımız bizi yanlış anlamasınlar. Biz batı medeniyetine ve onun inşa ettiği değerler bütününe karşıyız. Ama emperyalistlerin bize dayattığı yenidünya düzeni tuzağına düşmemek ve sömürülmemek için en az onlar kadar güçlü olmak lüzumuna, eleştirel akla, bilime, demokrasinin faziletine ve Ulu Önder Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesine ulaşma idealine yürekten bağlıyız. Bu bir paradoks gibi görünebilir ama zaten bizim modernleşme tarihimizin en büyük açmazı da budur.

Söylediğimiz şudur ki; Kültürel etkileşim elbette olacaktır. Hele hele internetin bu kadar yaygın olarak kullanıldığı iletişim ve bilgi çağında bu kaçınılmazdır. Fakat tüm dünyayı tek tipleştiren yöresel veya etnik renkleri ortadan kaldıran bu aşındırıcı ve tahakküm edici batı kültürüne karşı kendi değerlerimizi inatla savunmamız gerekmektedir. Çünkü bu düzen kendileri haricinde ki bütün toplulukları ya yok saymakta ya da aşağılamaktadır. aynı düşünen aynı yaşayan köleleştirilmiş toplumlar yaratmaktadır. Saygılarımla…Olcay

DEVAM EDECEK….

(*) Bir batılı düşünür “Türkler her şeysiz yaşayabilirler ama devletsiz asla” diyor. Tarihten önce bile devlet düsturu ve disiplini içerisinde yaşayan teşkilatçı bir milletiz. Avrupalılara devlet fikrini benimseten ve öğreten aslen Türk olan Macarlardır.Roma devletinin kurucularının Etrüskler dediğimiz Proto-Türkler olduğu artık biliniyor.Detaylı bilgi için bkz. http://gercektarih.azbuz.com/index.jsp

(**) yazıyı bilinenin aksine mısırlıların değil Sümerlerin bulduğu artık bilinen bir gerçektir. Ve Sümer dili ile Türk dilinin benzerliği dikkat çekicidir. Türkler yazıyı en etkin biçimde kullanan milletlerden biridir. Yirmiyi aşkın Türk alfabesi olduğu iddia ediliyor

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Bizim birkaç yüzyıldır cedelleştiğimiz meseleye tercüman oldun.Aslında bu bir inanış ya da gelenek sorunu değildi ama bize nedense hep o yüzü gösterildi durdu. Toplumun anlamaması normaldi ama bunu aydın denilen zevatın idrak edememesi son derece esef vericiydi.Asırlarca eziklik duyduk batıya karşı.İlmini mi kültürünü mü almalıyız tartışması yaptık.Oysa terakki kavramı bize neyin elzem olduğunu gösteriyordu.Bizden bir halt olmaz hastalığı da taa 18. yüzyıllarda bu tartışmalar arasında bize bulaşan bir illetti.Öyleki bu hastalık 20. yüzyılda bazı aydınlarda paranoyaya dönüşecek memlekete Avrupadan damızlık erkek getirilmesini fikir olarak sunan, adına aydın denilen mahluklar türeyecekti.Neyse sözü uzatmayalım. Önemli ve doğru bir teşhis yapmışsın amcaoğlu tebrikler teşekürler, devamını bekleriz.