
TÜRK KALABİLMEK 2
Avrupa tarihi bozgunculuğun, soykırımların, sömürge ve din savaşlarının tarihidir. Narsist ve megaloman burjuvanın inşa ettiği bir medeniyettir modern Batı… Daha doğrusu moderndir ama asla medeni değildir…
Her şey tüm kavramlar ve tanımlar batı merkezli yapıldığı için her şeye en başından başlamalıyız… En baştan.
Doğu; güneşin doğduğu ve insanlık tarihinin başladığı yer.Doğu…Batı medeniyetinin feyiz ve ilham kaynağı…Hz. Muhammed’i (S.A.V), Zerdüşt’ü,Buda’yı,Sun Tzu’yu, İbni Sina’yı,Farabi’yi sinesinde yetiştiren muazzam coğrafya….gizemin, egzotizmin,masalların ve efsanelerin diğer adı…İskender’in,Sezar’ın ordularının, Haçlıların, çapulcuların, nihayet şimdi de emperyalist küreselcilerin asırlar boyu talan ettiği, felsefesi ve yüceliği anlaşılmadan istila edilen, sömürülen mazlum doğu…Bin yıldır ağıtların, en koyu trajedilerin ve gözyaşının anayurdu…gösterişli saraylardan, güzel prenseslerden, Karun hazinelerinden, hava da uçan Budist Rahiplerinden ibaret zannedilen sır küpü..
Binyıllar boyu Avrupa gıpta ile dinledi, seyyahların, maceraperest denizcilerin, tüccarların anlattıkları zenginlikleri, gizemli diyarları, masalları… İpek ve baharat yolu asırlarca hayaller ve umutlar taşıdı batıya. Hindistan’ı, İran’ı, Anadolu’yu görenler, ipek kumaşlarla, baharatlarla çinilerle dönenler krallar gibi karşılandı. Oraları görmek bir ayrıcalık kabul edildi. Hayaller hep O’nun üstüneydi, umutlar hep O’nun üstüne…
Sadece bu zenginliklerden müteşekkil doğu hayali, kudurmuş iştahlarıyla barbar batı ordularını üzerine çekti. Tüm kendini beğenmişliği ile Pers (İran) İmparatorluğunun başkenti Persepolis’e muzaffer bir komutan olarak giren İskender, muhteşem güzellikteki bahçeleri, sulama kanallarını, mermer caddeleri, süslü kemerleri ve kütüphaneleri görünce adeta büyülenmişçesine sürekli yanında gezdirdiği hocası Aristo’ya dönerek; “Biz hep Persleri barbar ve geri kalmış bilirdik oysa ne kadar yanılmışız” demektedir. Daha sonra İskender kendisinin Pers İmparatoru unvanıyla anılmasını istemiş ve Aristo hayatı boyunca Persepolis’te kalmıştır.
İşte batının hem kendini büyük gören, hem de doğu karşısında aczini fark eden hastalıklı psikolojisi asırlarca devam ede geldi. Daha sonraları çarpıtılmış Hıristiyanlığın etkisiyle Yunanlı filozofların eserlerini yakan, sorgulayıcı, diyalektik felsefeden giderek uzaklaşan ve kendi koyu taassubunda kıvranan batı, gene doğunun ama bu sefer Müslüman hekimlerin, filozofların ve bilim adamlarının paha biçilmez eserleriyle Endülüs Emevileri(*) aracılığıyla tanışarak yavaş yavaş, çok sancılı ve kanlı biçimde Rönesans dedikleri sözde aydınlanma sürecine girdiler.
Bilimi yalnızca mekanik ve mühendislik, sanatı ise kiliselere çıplak Meryem tasvirleri ve kendilerince tanrı ikonaları çizmek zannettiler. Oysa doğu medreseleri önce hikmeti, ahlakı ve sorumluluk duygusunu öğretiyor sonra bilim adamı yetiştiriyordu. Yani bilgiyi insanlığın faydasına kullanma zorunluluğu getiriyordu. Bilim, felsefesi ve etiği ile birlikte aşılanıyordu. Fakat batı bilgiyi ölümcül silahlar yapmada, büyük gemiler inşa ederek denizaşırı ülkelerdeki mazlum halkları katletmede kullandı. Sapık mühendislerin ve gözü dönmüş diktatörlerin elinde bilim kudurmuş bir canavara dönüştü.
Gerekçeleri değişti ama yöntemleri asla değişmedi. Halen doğu sömürülmekte ve köleleştirilmektedir.
Ülkemiz de batı ile doğu arasına hem coğrafi hem de kültürel olarak sıkışmış, hiçbir yere ait olmayan, kendisini köprü olarak tanımlayan bir tuhaf konumdadır. Hâlbuki Türkiye dünyanın merkezidir. Sömürgeciliğe karşı kendi kurduğu meclisi ve ordusuyla kesin bir zafer kazanarak tüm mazlum doğu milletlerine ilham ve feyiz kaynağı olmuştur. Bu yönüyle benzersizdir. Emperyalist düzenin hesaplarının alt üst edildiği bir coğrafyadır Anadolu. Abdülcemal Nasırlar, Fidel Kastro’lar, Ömer Muhtarlar’a vatan aşkını ve direniş ruhunu aşılayan Kemal Atatürk’ün ve necip Türk Milletinin anayurdudur. Türk Halkı kazandığı büyük zaferi, muasır medeniyetler seviyesine ulaşma yolunda yaptığı tarımsal, ekonomik ve kültürel reformlarla taçlandırmıştır.
Ancak Ata’nın vefatından sonra Batıyı efendi, kendini köle gören Bab-ı Ali tipi devlet yöneticileri ve işbirlikçilerin teslimiyetçi politikaları sonucu Türkiye adım adım her yönüyle dışa bağımlı, kendine güvensiz, adeta varlığından utanan bir devlet haline getirilmiştir. Memleketi ilgilendiren en basit konularda bile onların onayını alma, kendi kendine yetebilecek durumdayken avuç açma, ekonomimizi, sanayimizi, eğitimimizi ve hatta yurt savunmasını bile başkalarına emanet etme neredeyse bir devlet politikası haline gelmiştir. Bu aşağılık vaziyet düşünen ve vicdan sahibi olan her Türk ferdini utanca boğmakta ve ruhunda derin yaralar açmaktadır.
Uyan ey halkım! Dedelerimizin kanıyla suladığı mukaddes vatan toprağı işbirlikçi; Siyasal İslamcı, Kürtçü ve Türk düşmanı iktidar sahiplerince parsel parsel satılmaktadır. Takiye yaparak, milletimizin temiz inançlarını istismar ederek, fakirliğini sömürerek kazandıkları iktidarı batının taşeronluğunu yapmak için kullanmaktadırlar. Gündemi başörtüsü ve sınır ötesi operasyon safsatalarıyla meşgul ederlerken sinsice vakıflar yasasını, 2-b (orman vasfını yitirmiş arazilerin imara açılabileceği ile ilgili kanun) yasayı, Türkiye tarımının kökünü kazıyacak yasal düzenlemeleri çıkarmaktalar. Lozan’da esasları kesin olarak belirlenen azınlıklar konusunu yeniden gündeme getirerek (Lozan anlaşmasıyla Türkiye’de azınlık statüsünde hiçbir millet ve cemaatin bulunmadığı karara bağlanmıştır) ülkeyi kutuplara bölmekteler. Bizi karnımızın doyduğuna şükrettirecek hale getirdiler. Milli Eğitimi bitirdiler, milli olmaktan çıkardılar. Aymaz, sorumsuz, manevi değerlerden yoksun soysuz bir gençlik yetiştirmekteler. Bizi için için tüketmekteler.
Artık pansuman yaparak hayatta kalmamızın imkânı kalmamıştır. Acilen yaralara neşter vurulmalı ve kanserli bölgeyi kesip almalıyız. Ruhumuzu ve fikrimizi zapteden, başka türlü düşünmekten bizi alıkoyan bu çarpık eğitim düzenini yıkmalı, aydın fikirli, yurtsever, özgür düşünceli, yeni yepyeni bir irfan ordusu yetiştirmeliyiz, zincirlerimizi kırmalıyız. Türkiye şu an resmen yarı sömürgedir. Bunu görmeli, bundan iğrenmeli ve bir titremeyle kendimize gelmeliyiz. Bir bedel ödemek gerekiyorsa ki durum budur; buna katlanmaya hazır olmalıyız. Yedi iklim ve coğrafyayı aşarak bu günlere gelmiş soyu Hz. Nuh’a kadar uzanan yüce Türk Milletine layık olduğu itibarı iade etmeliyiz. Buna mecburuz. Sevgilerimle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder